search
Erhan Çalışkan
Erhan Çalışkan
Diğer Yazıları

Yaşanabilir bir çevre için "Düşük emisyon alanları"

Avrupa Birliği (AB) verilerine göre AB ülkelerinde her yıl 310.000 kişi, hava kirliliği kaynaklı hastalıklar nedeniyle hayatını kaybediyor. Resmi verileri esas aldığımızda ülkemizin hava kalitesi açısından karnesi Dünya Sağlık Örgütü tarafından belirlenen sınır değerlere göre iyi durumda değil. OECD tarafından 2016 yılında ülkemizde 30.000 adet ölümün hava kirliliği kaynaklı hastalıklar (premature ölümler, akciğer rahatsızlıkları vb.) olduğu belirtiliyor. (OECD, 2019).

Halihazırda T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından paylaşılan ulusal hava kalitesi izleme verileride, birçok şehrimizde Dünya Sağlık Örgütü tarafından belirlenen hava kalitesi sınır değerlerinin aşıldığını gösteriyor.

AB ülkeleri başta olmak üzere gelişmiş ülkeler; hava kirliliğiyle mücadele konusunda ulaştırma kaynaklı emisyonları oldukça önemsiyor. Bu nedenle, kentsel hava kirliliğini önlemek adına “düşük emisyon alanı” adı verilen uygulamaların etkinliğini gün geçtikçe artırıyor.

Düşük Emisyon Alanı nedir? İsminden de anlaşılacağı üzere hava kalitesi açısından daha iyi alanları ifade ediyor. Daha detaylı tanımlayacak olursak; şehirlerin özellikle yoğun hava kirliliği yaşanan ve yoğun trafikli bölgelerine, fosil yakıtlı araçların girmesine çeşitli yöntemlerle sınırlandırma getirilen alanları ifade ediyor. Uygulama ile, ulaştırma kaynaklı kirletici emisyonlarının, hava kalitesi açısından sorun yaşayan bölgelere yakınlaşması engellenerek veya kısıtlanarak hava kalitesinin artırılması hedefleniyor.

AB ülkeleri başta olmak üzere Dünya’nın pek çok ülkesinde Düşük Emisyon Alanı (Low Emission Zone – LEZ) uygulamaları mevcut. İngiltere’de günlüğü 100 sterlini bulan, Norveçte günlük 20 Euro mertebesinde günlük ödemeler ile belirlenen alanlara sınırlı olarak giriş izni veriliyor. Ancak, düşük emisyon alanı yönetiminde genel olarak doğrudan yasaklama şeklindeki uygulamaların daha yaygın olduğunu görüyoruz. İsveç, Almanya, Kanada gibi ülkeler, Düşük Emisyon Alanlarına girişi birçok bölgede doğrudan yasaklayan ülkelerden. Yasaklanan araçlar, ağırlıklı olarak otobüs, kamyon ve yük araçları olmakla birlikte, bazı düşük emisyon alanlarında motosikletlerin dahi girmesi yasaklanıyor.

AB uygulamalarında genel olarak, düşük emisyon alanlarına giriş için; araçlara ilgili kirletici emisyon kategorisini belirleyici etiket alınması gerekiyor. Örneğin, dizel yakıtlı bir araçlar ile benzinli araçların emisyon kategorileri ve temin edeceği etiketler farklıdır.

AB ülkelerinin düşük emisyon alanı uygulamaları ile ulaştırma kaynaklı hava kirliliğini iyileştirme yönünde bölgesel olarak %50’den fazla iyileştirme sağladığı belirtiliyor. (Urban Access Regulations in Europe, 2019).

Ülkemizde düşük emisyon alanı kavramı resmi olarak ilk kez 2 Mayıs 2019 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Ulaşımda Enerji Verimliliğinin Artırılmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik kapsamında yer alıyor.

Yönetmelik kapsamında, Belediyelerce, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının uygun görüşünü almak kaydıyla, kent merkezlerinde ve semt ölçeğinde yoğun trafik ve hava kirliliğinin yaşandığı alanların düşük emisyon alanı ilan edilebileceği belirtiliyor. Bu uygulamalardan ise sıfır emisyonlu, yani fosil yakıtlı olmayan araçlar (elektrikli otomobil gibi) muaf tutuluyor.

Kirletici hava emisyonlarını engellemek, daha yaşanabilir, ve havası temiz olan şehirler yaratabilmek için; sanayi kaynaklı, ısınma kaynaklı ve ulaştırma kaynaklı emisyonların önlenmesi veya azaltılması büyük önem taşıyor. Bu kapsamda, Düşük Emisyon Alanı uygulaması ülkemizin özellikle yoğun trafik ve hava kirliliği yaşanan Büyükşehirleri için çevresel fayda sağlayacak devrim niteliğinde bir uygulama olacak.