search

Dünyada verimlilik artış hızı yavaşladı, peki ya reel ücretler?

"Verimlilik" ölçümlenmesi, hatta anlaşılması dahi kolay olmayan bir terim. Onu nasıl tanımladığımız konusunda bile uzlaşabilmemiz kimi zaman zor oluyor. Çabuk içselleştiremesek de bu terimin yaşam standardımız üzerindeki etkileri modern iktisadın kafa yorduğu en temel meselelerden biri. Düşük verimlilik, milli gelir büyümesinin hız kestiği dönemlerde daha mı fazla görünür olur?

1700’lerin ikinci yarısında sanayi devrimi ile başlayan dönemde çok büyük bir ivme ile artışa geçen küresel verimlilik değerleri, reel ücretleri ve kişi başı milli gelir büyümesini de beraberinde yukarı çekti. Ufak tefek sendelemeler dışında 1990’lara kadar yukarı yönlü eğilim devam etti. Ancak 90’larda ve özellikle de 2008 krizi sonrasında verimlilik artışlarındaki yataya yakın seyir reel ücretlerde baskıya neden oldu. Bu dönemde ülkelerin verimlilik artışları genel olarak 2008 öncesi tarihsel trendlerinin altında kalırken, İngiltere gibi ülkelerde görülen yavaşlama rekabet edilen diğer ülkelerin zayıflayan trendlerinin de altında kalarak problemin boyutunu büyüttü. Öte yandan ülkelerde faaliyet gösteren yüksek ve düşük verimli firmalar arasındaki makas açılırken, halihazırda fazla sayıdaki düşük verimli firma adedi de yükseldi (Andrew Haldane, The UK’s Productivity Problem: Hub No Spokes, 28 Haziran 2018). Verimlilik artışındaki bu zayıflık ise ücretlerin seyri açısından kaygı yaratıyor.

“Ortalama bir Fransız işçisinin ürettiği ürün miktarı ortalama bir İngliz işçisinin üretiminden çok daha yüksektir. Fransızın hafta başından perşembeye kadar çalıştığı süredeki üretimi için İngiliz hafta sonuna kadar çalışmak durumundadır.”

How Britain and France’s economies match up - Chris Giles, Financial Times, 7 Haziran 2017

 

 İktisat teorisi bir işçinin ürün miktarı cinsinden kazanacağı ücretin o işçinin üretebileceği ürün miktarına eşit olacağını söyler; yani reel ücretin verimliliğe eşit olacağı ifade edilir. Öyle ki reel ücret verimliliğin altında kalırsa, kâr amacı güden bir firma istihdamını artırır, nominal ücretler üzerinde yukarı yönlü baskı oluşur, azalan verim kuralı gereği verimlilik düşer ve denge tesis edilir. Ancak eldeki veriler çoğu zaman reel ücretler ile verimliliğin birbirine eşit olmadığını gösteriyor. Gerçekten öyle mi?

Teoriye göre reel ücreti hesaplamak için gerçek ölçüt, sermaye gibi diğer üretim faktörleri sabit tutulurken bir ilave işçinin (veya ilave çalışma saatinin) üreteceği ürün miktarı, yani emeğin marjinal verimliliğidir. Neoklasik iktisatta yoğun olarak kullanılan bir üretim fonksiyonunda marjinal verimlilik ortalama verimlilik ile orantılıdır. Sermayenin sabit kaldığını varsayan basit bir örnekle anlatalım:

 

Bu denklemde marjinal verimlilik, ortalama verimlilik değeri f(L,K)/L ile işgücünün üretimdeki ‘sabit’ payının (α) bir fonksiyonudur. Sektörel verimlilik incelenirken veri temininin kolaylığından ötürü bu iki değer sıkça kullanılmaktadır.

Bahsettiğimiz α payı çoğunlukla sabit değildir, zaman içerisinde değişir. Özellikle yavaşlayan bir büyüme patikasında bulunan ekonomilerde bahsettiğimiz bu parametredeki düşüşler gelirlerle ve/veya reel ücretlerle ilintili olduğu için biraz daha önem kazanır. Örneğin, çalışanların toplam üretimden aldıkları payın herhangi bir sebeple gerilediği durumlarda marjinal verimlilik, ortalama verimliliğin daha da altına sarkar; böylece ortalama verimlilik değerlerini de aşağı çeker. İşgücünün üretimdeki payının gerilemesi ve marjinal verimlilikteki zayıflık bir sonraki dönemde ücretler ek üzerinde baskı yaratabilir.

Öte yandan, çalışanların işteki çabasına karşılık elde ettikleri gelirin içerisinde aldıkları maaşın dışında gayri nakdi yan haklar (sigorta, emeklilik katkı payı, vs) da bulunmaktadır, ancak bunlar çoğu zaman reel ücret hesaplamalarında dışarıda bırakılmaktadır. Dolayısıyla ölçümlenme ile ilgili sorunlar da büyük resmin içerisine dâhil olabilir.