search

Neyi Ölçüyoruz – Neyi Hedefliyoruz

Yönetebilmek için anlamak, anlamak için ise ölçmek gerekiyor. Peki, ölçtüğümüz, anladığımız ve yönettiğimiz konular nihai hedeflerimizle, varmak istediğimiz noktayla örtüşüyor mu?

Bir ekonomi politikasının başarısı, o politikanın toplam üretilen mal ve hizmet miktarına, yani Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH)’ya etkisine bakarak ölçülüyor. Bunun doğal bir sonucu politika tasarım sürecinde büyümenin niceliğinin en öncelikli hedef olarak ele alınması. Buna karşın büyümenin niteliği çoğunlukla ikincil bir husus olarak görülmekte. Bu yaklaşımın son dönemde sıkça eleştiriye maruz kaldığını biliyoruz.

Diyelim ki hızlı gidiyoruz, peki ama nereye?

Stiglitz 2009 yılında yayınlanan GSYH Fetişizmi isimli yazısında GSYH verilerinin politika tasarım sürecinde ne yapmamız gerektiği hususunda doğru sinyaller üretip üretmediğini sorgulamıştı. Yani soru, GSYH ve onun artışına bakarak politika tasarlandığında, istenilen sonuçlara ulaşılabiliyor mu? Bu soruya cevap verebilmek için öncelikle büyüme verisi ile neyi ölçtüğümüzü ortaya koymak gerekiyor. Wallis’in yaptığı gibi büyüme verisini arabadaki hız göstergesine benzetme metaforu burada kullanılabilir. Hız göstergesi önemli bir bilgi vermekte ancak arabanın hararet yapıp yapmadığı gibi çok önemli hususlara ilişkin bir kavrayış sunmamakta. Hatta bu metafor üzerinden gidersek, hız göstergesi en önemli hususa, arabanın gidiş yönünün doğru olup olmadığına ilişkin bir bilgi de taşımıyor. Yani GSYH artışı anlamlı bir gösterge olabilir, ancak yetersiz bir gösterge olduğu göz ardı edilmemeli.

Büyüme Ölçütünün Yetersiz Olmasının Önemli Yan Etkileri Var

GSYH artışının politika tasarım sürecinde bir ölçüt olarak yetersiz olması derken büyümenin niceliksel boyutunun ötesinde, niteliksel öğeleri hesaba katmıyor olmasını kastediyoruz. Büyümenin çevre üzerindeki etkileri ve üretim artışından toplumun tüm kesimlerinin faydalanıp faydalanmadığı hususları akla gelen ilk nitelik öğeleri. Bu hususlar herkes tarafından çok önemli kabul edilmekle birlikte, büyüme göstergesi bu konulara ilişkin bir bilgi vermiyor.

Örneğin geçen yıl dünya ekonomisinin Küresel Kriz sonrası dönem ortalamasına göre yüksek oranda büyüdüğü tahmin ediliyor, ancak burada yaratılan refahın nasıl dağıldığı politika tasarım sürecini etkileyecek ölçüde konuşulmuyor. Oxfam’ın Ocak 2018 raporunun  bulguları geçtiğimiz yıl yaratılan refahın %82’sinin en zengin %1’lik kesime gittiğine, buna karşın dünyanın fakir olan yarısının (3,7 milyar insan) refahında ise bir artış görülmediğine işaret ediyor. Dünya liderleri bu olumsuz sonuçları hafifletebilmek ve/veya tersine çevirebilmek için 2015 yılında iki kritik metne imza attı. Bunlardan biri Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri iken diğeri Paris İklim Sözleşmesi. Bu iki adım da aslında dünya ekonomisinin performansını niceliksel artıştan niteliksel dönüşüme doğru kaydırma arayışının yansımasıydı.

Bu arayışın somut sonuçları da ortaya çıkıyor. Büyümenin ne kadar kapsayıcı bir nitelik taşıdığı soruları her geçen gün daha fazla gündeme taşınıyor, bu yönde göstergeler üretiliyor. Bir sonraki yazıda bu çerçevede önemli bir adım olan Kapsayıcı Kalkınma Endeksi’nin içeriği ve sonuçlarını ele almaya çalışacağız.